
Bir ulus için geçmişini ve kültürünü korumak, kollamak, mimarisini, sanatını, örf ve ananesini yaşatıyor olmak çok önemli. Gelecek nesiller ile geçmiş nesilleri birbirine bağlayan en sağlam tutkal, “Marka Değeri” yaratan en önemli unsur “kültürel spektrum” farkındalığı.
Çok ama çok önemli bir konu. Bu bağı kopardınız mı ulusal kotlarınız da anında aşınmaya başlıyor, marka değeriniz eriyor ve kaybediyorsunuz…
Şehirleşme çağımızın önemli bir sorunu.
Bir vakıa.
Modern şehirler için gelişmiş altyapı çok önemli. Hastaneleriyle, müzeleriyle, kültür-sanat mekanlarıyla, doğal habitatlarıyla bütünleşen şehirler “yaşam zevki” olan şehirlerdir.
Böylesi şehirlede yaşayan mutlu-mesut insanlar şehrin ekonomisini, üretkenliğini, refahını arttırıyor. İşte bunun olduğu her yerde, her şeyde en temel katalizör hak, hukuk ve adalet olarak öne çıkıyor.
Yaşamdan “hak, hukuk, adalet” kavramını çıkardığınız anda geri kalan kocaman bir sıfırdır.
İstanbul marka şehrimiz. Marka şehirler ülkelerin gelir kaynağıdır onurudur, gururudur.
Yani özeldir marka şehirler…
Depremini bekleyen İstanbul uzun yılların biriktirdiği bir çok sorunla yüz yüze. Türkiye’yi İstanbul’a sığdırmak isteyen sosyo-ekonomik politikalar, artan yerleşik nüfus, süreklilik arz eden iç ve dış göç talebi istanbul için sorunları “sorunsal” haline dönüştürüyor.
Eski “şehir” ve yeni “şehir” arasında doğal sınırlar “eski şehir ‘in” aleyhine bozuluyor ve “yeni” “eskiyi” yutmaya devam ediyor.
İnsanlık doğa ile dost kalmayı, ona rağmen değil ama onunla birlikte yaşayı, bunun bir tercih değil bir zorunluluk olduğunu, karşı karşıya kaldığı afetlerin sonucunda ve büyük bedeller ödeyerek öğrendi.
Şehircilik, mühendislik bir bilim dalı.
Sosyoloji bir bilim dalı.
Bilime karşı davranışların sonu ilkelliktir, acılar içinde “göz yaşında” boğulmaktır.
Bir yanlışı sürdürerek doğruya ulaşmak asla ama asla mümkün değildir.
Dolayısıyla doğal afetler önlenemez ama önlem alınabilir olaylardır. Akıllı insanlar hayatlarını, yaşamlarını buna göre şekiller ama, peki ya siyaset?
İstanbul, ulusal ekonomik ve siyasi çöküş ve durgunluk yaşadığımız bu günlerde bir de deprem afetinin yaratabileceği felaketi de ensesinde hissederek yaşıyor.
İlçe belediyeleri “kentsel dönüşüm” adı altında ilçeleri yeniden yapılandırılıyor. Önce “belediye” ayarlanıyor. Devamında ifraz ve tevhid işlemleriyle arsalar “uygun” hale getiriliyor. Kentsel dönüşüm sistemine giriliyor ve eski ve riskli binalar müteahhit zihniyetle yıkılıyor, binalar olduğu yerde yeniden yapılıyor…
Şehircilik ilkelerinden zırnık feyz almadan, uygunluk değerlendirmesi yapılmadan, yeni binanın mevcut alt yapıya getireceği yük hesaplanmadan, ulaşım-erişim imkan ve kabiliyetleri dikkate alınmadan bire bir dönüşen ya da imar yoğunluğu da arttırılarak yapılan binalar, bu anlayışla yönetilen süreç “kentsel dönüşüm” değil, olsa olsa “kentsel karmaşa”, “kentsel rant” ve talan olarak kente geri dönüyor.
Yapılan o “hengâma” binalar bir de kötü mü kötü mimariyle dikilmiyorlar mı?
Dikiliyor.
İstanbul gibi marka bir şehri yaşanmaz, keyifsiz, renksiz daha da fenası, insan ile doğal habitatın da ilişkisi kesilerek yeniden yapılandırılıyor mu?
Evet.
İstanbul’a tüyü dikiyoruz vesselam…
İstanbul’a ihanet ediyoruz.
Daha da fenasını söyleyeyim; yapılan binaların pek çoğu mühendislik hizmeti de almıyor.
İnşaat sürecinde malzeme yetersizliği, işçilik hataları bir başka konu. Bir düşünün, milyo liralar verdiğiniz dairenizin belki de kolan donatıları projesine uygun bağlanmamış, etriye aralıkları düzenlenmemiş, beton için kullanılan agrega sorunlu vs…
Bu gözler, standart bir buzdolabının, çamaşır makinesinin daha yeni yapılmış, bitmiş bir evin kapısından içeri girmediği daireleri, binaları da gördü…
Çocuklar ağacı, çiçeği, böceği sadece saksıda görerek büyüyecek düşünsenize!
Dip dibe evler, sıkış sıkış daireler…
Yani ha Ay’a gitmişsin ha İstanbul’a olacak yakında…
Mutlu-mesut şehir istenci Allaha emanet.
Rant ne büyüksün sen… İnşaat piyasasında mühendislerin, teknik kişilerin değil; parası olanın geçiyor sözü. Daha ne olsun? Daha ne bekliyorsunuz ki?
Her tarzı siyaset bizi diğer tarzı siyasetin kötülüğüne, bizi içine düştüğümüz bıkkınlık-yılgınlık-çaresizlik havuzunun içinden çekip çıkartacağına inandırmaya çalışıyor. Temelin fıkrası gibi…
Temelin ayağında bir teki siyah bir teki beyaz çorabı gören arkadaşı soruyor;
– Gözlerime inanamıyorum bu nasıl çorap ?? Temel:
– İnanmayacaksın ama evde bunlardan bir çift daha var!…
Sorunlar görünür yaşanır oldukça siyasetin konusu; siyasetin konusu olan sorunlar da ülkemizde arap saçına, içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Bilime inanmazsanız, rant siyasetE değil HALKÇI SİYASETE DESTEK VERMEZSENİZ, Paha’lı sonuçlarına katlanırsınız…
Kat’lanırız.