ELMA ŞEKERİM…

0
347

Ne zaman ki işler yavaşlar hep mizah ortaya çıkar…

Ben buna “yırtık don” sendromu diyorum.

Mizah böyle bir şey.

Mesela, vergi niçin verilir kardeşim? Daha iyi sağlık hizmeti, daha iyi eğitim hizmeti, daha iyi güvenlik, belediyecilik iş, aş…

Bunlar için değil mi…

Böyle öğrendik.

Ama gel gör ki, verdiğin verginin karşılığını hak ettiğin gibi alamayınca ödediğin verginin karşılığı olan bir hizmeti, üstüne ekstra para verip almak zorunda kalıyorsun.

Bu sonuçla karşılaşan bizler de bizi böylesi sonuçla karşı karşıya bırakanları; “bu hizmeti kendi cebinden lütfediyorlarmış” gibi başımız üstünde taşıyıp, mürit olarak uçuruyoruz…

Gerçekten normal bir mantıkla açıklanması zor, abuk bir durum.

Evimizin çeşmesine kadar su gelmiş ama o çeşmeden akan suya güvenip “o suyu” içemiyoruz, etraf “Sucu’dan geçilmiyor…

Güven yok.

Peki, “… bilmem ne pınarı” falan filan allama pullama, cafcaflı markalarla satılan sulara ne kadar güvenebiliriz? 

O suların şehir şebekesinden çekilmediğinin bir garantisi var mı? 

Damacanalarının nasıl dezenfekte edildiğini, kullanılan kimyasal kalıntılarının damacanalarda ne kadar kalıp kalmadığını biliyor muyuz?

Malum asansör içinde “DamaCana’ya” yaşatılan dehşeti gördü bu toplum, hem de naklen… Buralarda sadece kadınların değil, erkeklerin de can güvenliği yok, hatta “Dama’Cana’lar” bile bir şekilde tehlikede kardeşim…

Sosyal devletten, ekolojiden bahsederler ya… Şehrin göbeğinde, betonun içinde tek-tük kalan yeşil alanları bu alanlardaki devasa ağaçları kesip, betona dönüştürdükten sonra, bu devasa ruhsuz betonkentlerin sokaklarına, caddelerine bir-iki dandik ağaç dikip, ne kadar da çevreciyiz diyen bir zihniyet ve bu “ziyniyeti“, “ne kadar çevreci” diye alkışlayanların, inananların olduğu bir membadayız… 

Yani aklımız tehlikede buralarda kardeşim…

Mesela “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik” var, okudunuz mu hiç? Dama’Cana’nız buna uygun mu?

Yazın sıcağında, kamyonların sırtında pet şişelerde veya damacanalarla taşınan suyun ısısının 70-80 dereceye kadar çıktığı biliniyor. Peki bu sıcaklıklarda damacananın veya pet şişenin içinde bulunan bisfenol-A (BPA)’nın suyla serüveni hakkında ne biliyoruz?

Östrojen benzeri bir hormon gibi davranıyor insan vücudunda bisfenol-A. Erken doğum, bebeklerde gelişim geriliği, kısırlık, kalp-damar hastalıkları, diyabet gibi hastalıklara sebep olan bisfenol-A’lı suyu şifa niyetine resmen içiyoruz muyuz?

Onun için bu damacanalar, pet şişeler BPA’sız olsun diye bas bas bağırıyoruz, bunun bir halk sağlığı sorunu olduğunu, kamunun ödevi olması gerektiğini söylüyoruz ama bu, halen bir seçenek olarak sunuluyor. Paran varsa BPA’sız “bir seçenek” …

Eee, ne oldu bizim vergiler? Gitti güme…

Eskiden özel okul yoktu. Herkes mahallesindeki devlet okuluna giderdi. Kimsenin de gözü arkada kalmazdı… Bilirdik ki, en iyi eğitim, güvenlik, öğretmen, imkân, ilgi, sevgi o okullarda var…

Bunun için vergi veriyorduk… 

Şimdi sistem değişti, ödediğin vergiyle alman gereken hizmeti, üstüne para vererek “özel okullardan” alıyorsun…

Eee, hani eğitim Anayasal Hak’tı? Mesela çocuklar arasında neden özel okula giden ve gidemeyen ayrımı var? Biz vergimizi güvenli, kaliteli, çağdaş eğitim hizmeti alalım diye kamu otoritesine verirken neden büyük bir çoğunluk özel okullara yönleniyor?

Madem eğitim birliği, eşitliği var bütün okullarda aynı eğitim kalitesi var neden bu okullar “pıtrak” gibi çoğaldı, bu okullara teveccüh oldukça fazla?

Yahu özel okullarla ilgili bir sorununuz olsun ilgilenecek makam bile bulamıyorsunuz biliyorsunuz değil mi?

Bizim bu iş için ödediğimiz vergiler nerede? Nerelere harcanıyor?

Üniversite dahil özel okulda okuyan bir çocuğa harcanan para bugün neredeyse orta halli bir işletmenin sermayesine denk.

Ama tezatlığa bakın ki, orta boy bir işletmenin işletme sermeyesi kadar para harcayıp okuttuğunuz çocuğunuz mezun olunca işsiz…

Ya da orta boy bir işletmenin işletme sermeyesi kadar para harcayıp okuttuğunuz çocuğunuz mezun olunca pırrr Avrupa’da Amerika’da…

Hep elma şekerini örnek veririm bu gibi durumlarda; çünkü zevklidir elma şekerini yemek, ucuna takılı çubuğu tutup… 

Ama her şeyin bir sonu var… O zevkle yediğiniz elma şekeri de çocuğunuz büyüdükçe bitiyor ve elinizde elma şekerini tutan kocaman bir kazık kalıveriyor…

Yani fakirliği bize, zenginliği “ele” …

Hayat bu mu? Bu ne eziyet be kardeşim… Biz buna mı layığız?

Verginizi etkin ve etkili bir sağlık hizmeti alayım diye ödüyorsunuz ya? Hadi alsanıza… Tıp Fakülteleri neredeyse iflasın eşiğine gelmiş, anabilim dallarında akademik piramit tersine dönmüş, asistandan çok Profesör, Doçent…

Devlet Hastanelerinden, Kamu Hastanelerinden randevu alıyorsunuz değil mi? 

Baktılar üniversite hastanelerinde kadro kalmadı, bu hastanelerde de akademik kadro ihdas ettiler, unvan işini hallettiler, buralarda da asistan eğitimi verilecekmiş… Kocaman hastaneler, bir sürü ünvanlı kadrolar ama sağlık sektöründeki yerli-milli teknoloji-üretim oranını görünce…Vallahi dünya kıskanıyor emin olun.

Tabii, kamuda uzman doktor kalmayınca özel hastaneleri, aynen market gezer gibi, hangi market indirime girmiş mantığı ile özel hastanelerin tarifelerini karşılaştırarak derdinize derman arıyorsunuz cepten değil mi?

Cepten?… Eee, cepten ödediğimiz vergiler?

Verginizi canım malım korunsun, güvenliğim sağlansın diye adalet için, güvenlik için ödüyorsunuz ya…

Ve bizler, ödediğimiz vergilerle alacağımızı umut ettiğimiz eğitim, sağlık, güvenlik hizmetlerinin peşinde, okullarda, hastanelerde, adliyelerde, alıyoruz karşılığını değil mi?…

Alıyor muyuz canım kardeşim?

Elma şekerim?…

CEVAP VER

Lütfen yorum alanını boş bırakmayın
Lütfen adınızı belirtiniz