KRONOMETREYİ SIFIRLAMAK… ABİM BENİM DEVAM ET!

0
334

İlginç günlerden geçiyoruz. 

Anayasa gibi toplumsal uzlaşının en önemli yazılı metninin okunup anlaşılmasında muhalefet ve iktidar arasında son derece ciddi anlaşmazlık var. 

İki taraf da birbirini okuduğunu anlamamakla suçluyor…

Öyle böyle değil son derece ciddi bir anlaşmazlık.

1960 Anayasası topluma bol geliyor savıyla toplum çeşitli olaylarla, trajedilerle bir askeri ihtilalin gerektiğine hazırlandı.

Ardından 12 Eylül çat kapı geldi…

1960 anayasası ihtilalle ortadan kaldırılarak yerine 12 Eylül 1983 Anayasası getiriliverdi.

Kenan Evrenin ihtilalden öncesi ve ihtilalden sonrasını anlattığı iki ciltlik baş ucu kitaplarını okumadan o günleri anlamak bence çok zor.

12 Eylül Anayasasının nasıl hazırlandığını, referanduma sunulduğunu, referandum sürecinde neler yaşandığını, propaganda taktik ve yasaklarını yaşayanlar bilir.

Bir terzi hassasiyetiyle hazırlandığı belirtilen 12 Eylül Anayasası, müthiş bir propaganda bombardımanı altında, toplum tarafından %92 oyla kabul edildi ama kabul edildiği günden itibaren “reddedilen anayasa” hüviyetinden de bir türlü kurtulamadı.

12 Eylül 1983 Anayasası önce 2010 yılında “o madde biraz buradan, şu madde biraz şuradan” çekiştirilerek modifiye edildi…

Sonra “2010 yılında yapılan değişikliklerle” modifiye edilen 1983 Anayasası bu sefer 2017 yılında “o madde biraz buradan, şu madde biraz şuradan” çekiştirilerek hop yeniden modifiye edildi…

Yani 1983 model anayasamız 2010 yılında ve 2017 yılında modifiye edilerek bugünkü anayasamız haline gelmiştir…

Modifiye edilmiş anayasanın temeli 1983 Anayasasıdır.

Diyelim burnunuza estetik ameliyat yaptırdınız… Ruhunuz, kişiliğiniz, isminiz değişiyor mu? Hayır. Aynı beden, aynı ruh, aynı isim ama farklı bir burun…

Modifikasyon, anayasamıza yapılan tam da budur.

Şimdi bize “BU” anayasanın “O” anayasa olmadığı inandırılmaya çalışılıyor.

Bu cenah bir ara da bizi Lozan Antlaşmasının gizli maddeleri olduğuna inandırmaya çalışıyordu…

Hani 100. Yılda gizli anlaşmalar bitecek, yer altından maden fışkıracaktı? 

Havada bulut durumu.

Sonuç, hala Anayasamızdan mutsuzuz. 

Bunu da geçin, metin Türkçe, okuyanın anadili Türkçe ama, toplumca en çok anlaşılması gereken, tartışmaya hiç açık olmaması gereken Anayasamızı toplumun bir kesimi toplumun diğer kesiminden farklı okuyor, farklı anlıyor…

İktidarın iddiaları anayasada yazmıyor…

Anladığımız 2017 yılında yapılan değişiklikte “görünmez maddeler de” varmış…

Maddeleri kazıyınca, maddenin altından yeni maddelerçıkıyormuş…

Kazı kazan durumu yani…

Aynı anayasayı okumasına rağmen toplumun bir kesimi diğer bir kesimiyle okuduğu metni taban tabana zıt anlıyorsa bu toplum nasıl bir araya gelecek? 

İktidarın gücünü de eline alarak toplumun bir kesimi, Anayasa’nın maddelerini toplumun diğer kesiminden farklı anlıyor, yorumluyor ve uyguluyorsa toplumsal huzur, adalet ve güven nasıl sağlanacak?

Bütün bunların müsebbibi anayasalarımızı oylarken maruz kaldığımız propaganda faaliyetleridir. 

Etik olmayan propaganda faaliyetleri…

Propagandanın tarihi insanlık tarihi kadar eski.

Antik Yunan sofistlerinde başlamış bu iş…

Propaganda, Sun Tzu, Çiçero gibi tarihsel kişilikler tarafından insanların görüşlerini etkilemek veya davranışlarını kontrol etmek, yönetmek, yönlendirmek için silah gibi kullanılmış…

Propaganda insanın ihtiyaçlarını dikkate almış, ona hitap etmiş. 

Toplum tarafından, siyasal propaganda ile elde edilen sonuçların değerlendirilmesi geciktikçe daha baskıcı yönetimlerin topluma egemen olduğunu geçmişten görüyoruz…

Peki toplumların siyasal propaganda olarak adlandırılan bu korkunç psikolojik etki ajanından korunması mümkün müdür?

Cevap veriyorum, maalesef son derece güç.

Demokrasi olmadan, hukukun üstünlüğü korunmadan son derece güç…

Eleştirel bakış açısına sahip toplumlarda bile bu iş son derece güç ki, eleştirel bakış açısına sahip olmayan toplumlarda maalesef imkânsız…

Eleştirel mantıkla yaklaşmayan toplumlarda “benim menfaatime ve ilgime hizmet ediyorsa doğrudur” diyerek propagandanın etkisi altında kalırken,

Eleştirel mantıkla yaklaşanlar; “evet, onun söylemleri bizim çıkarlarımızı “gıdıklıyor”, bize hoş geliyor ama söylenenler sonuçta bizim menfaatimize değil” diyerek kısmen de olsa bu müthiş parça tesirli psikolojik bombardımanı işlevsiz kılmayı başarıyor… 

Ama, toplumun çoğunluğu iktidarı belirliyor…

Belki “yanlış” bir dönem “doğru” olarak kabul edilebiliyor ama…

Sonuçta yanlış her zaman kaybediyor…

Su her zaman cazibeye akar…

Zaman bekleyen, zaman kaybeder…

Toplumların, vermiş olduğu yanlış kararları düzeltmek, içinde bulunduğu geminin rotasını doğru yola koymak için çok büyük faturalar ödediğini de biliyoruz ki bunu yaşayarak da gördük…

Geçen gün “… Anayasamızı 2017 yılında yeniledik, kronometreyi sıfırladık…” sözünü duyunca şaştım kaldım.

Acaba dedim, biz mi karıştırdık, o zaman biz başka bir evrendeydik de bunun farkına mı varamadık, ya da ülkemde yeni bir anayasa yapıldı da bizim mi haberimiz olmadı diye şaştım kaldım, epey düşündüm durdum.

Önce bizim liberaller geldi aklıma…

Sonra “Yetmez ama evetçiler…”

Şakşakçı dönek solcular,

Fırdöndüler…

Sonra Merhum Kamran İNAN’IN; neden sıklıkla kitaplarında “aydın ihanetinden” bahsettiğini,

Merhum Erol MANİSALI’NIN; “hain kontenjanımız neden yüksek!” diye yazılarında sorduğunu düşündüm…

Ve bunca cevabı belli cevapsız sorular, “Akla gelen başa gelir” veciz deyiminin tezahürü,

“Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimiyle nihayetlenen,

“Cuk oturan” veciz cevap… 

Yani Bor’un pazarına mı süreceğiz arabayı?

14 Mayıs Seçimi işte bunun seçimidir.

Fıkra meşhurdur:

Adamın biri yeni aldığı lüks arabasıyla keyifle dolaşıyormuş. Kırmızı ışıkta durmuş. 

Birkaç saniye sonra bir Hacı Murat, freni tutturamamış, kırmızıda duramamış, adamın lüks arabasına arkadan gümbürdetmiş.

Adam dışarı çıkıp bakınca Hacı Murat’ın sahibi Temel arabasından inmiş ve başlamış yalvarmaya:

– Abi etme eyleme ben bu üç kuruş maaşla bu arabanın aynasını dahi alamam beni bağışla. Sen büyüksün abi yaptık acemilik… 

Adam acımış Temel’e ve:
– Tamam, tamam demiş ve çaresizce arabayı tamir ettirmek için servise yönelmiş.  

Tam servise yaklaşmışken yine bir kırmızı ışıkta durmuş. Ve yine arkadan müthiş bir çarpma sesi…

Adam bir sinirle çıkmış arabasından ve bir bakmış yine Temel! 

Temel camdan bağırmış: 
-Benim abi ben, devam et! 

Durum tam da budur…

14 Mayıs seçimleri “bir seçimden” çok daha önemli “bir seçimdir” …

Gözünüzü açın, çocuklarımız faturasını ödemesin…

CEVAP VER

Lütfen yorum alanını boş bırakmayın
Lütfen adınızı belirtiniz